Her geçen gün artan kadın cinayetleri, toplumsal bir yara haline gelmeye devam ediyor. Bu trajik olaylardan biri de geçtiğimiz günlerde yaşandı. Eşinden uzaklaştırma kararı alan genç kadın Sinem, buna rağmen koca bir gözyaşı gölüne dönen hayatını kaybetti. Sinem’in cinayetinin ayrıntıları ise cinayetin ne kadar karmaşık ve maalesef ön görülemez olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Sinem, eski eşi tarafından sürekli tehdit edilen ve fiziksel şiddete maruz kalan bir kadındı. Mahkeme, onun bu taleplerini dikkate alarak uzaklaştırma kararı verdi. Ancak bu kararın uygulanabilirliği, pek çok kadın için hala büyük bir soru işareti. Türkiye'de her yıl binlerce kadın, benzer durumlardan dolayı mahkeme kapılarında adalet arayışına giriyor. Uzaklaştırma kararları alınsa bile, bu kararların uygulanması ve mağdurların güvenliğinin sağlanması konusunda önemli sıkıntılar yaşanıyor.
Sinem’in olayı da bu noktada çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Uzaklaştırma kararına rağmen, eski eşi Sinem’in evine yaklaşmak için balkondan tırmandı. İddialara göre, kadının güvenliği için alınan tüm önlemler, katilin bu beklenmedik girişimi karşısında yetersiz kaldı. Olayın ardından çevresindeki birçok kişi, sistemin ne kadar zayıf olduğunu açıkça ifade etti. “Uzaklaştırma kararının ne anlamı var?” şeklindeki yorumlar, adalet mekanizmasının yetersizliğine dikkat çekiyor.
Şiddete maruz kalan kadınların seslerini duyurabilmeleri adına, medya, sivil toplum kuruluşları ve kamuoyu tarafından büyük baskılar uygulanıyor. Fakat bu çabalar, kadına yönelik şiddetin önüne geçmekte yetersiz kalıyor. Sinem’in cinayeti, toplumdaki bu sosyal yaraların daha küçük yaşlarda kapatılması gerektiğini gösteriyor. Eğitim sisteminin, bireylere empati ve şiddet karşıtlığı konusunda daha fazla ders vermesi gerektiği gündeme geldi. Cinayetlerin ardında yatan psikolojik ve sosyolojik sebeplerin derinlemesine ele alınması gerektiği; dolayısıyla kadına yönelik şiddetin bireysel değil, toplumsal bir sorun olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Ayrıca, yalnızca kadınların değil, erkeklerin de bu konudaki bilgilendirilmesi ve şiddete karşı duruş sergilemelerinin teşvik edilmesi büyük önem taşıyor. Uzaklaştırma kararlarına ve bu tür önleyici tedbirlere sadece kadınlar değil, toplumun tüm katmanları sahip çıkmalıdır. Eğitimle, bilinçlenmeyle, dayanışma ile bu döngü kırılabilir. Ancak böyle bir toplumsal değişim sağlanmadığı sürece, Sinem gibi daha birçok kadının benzer acılar yaşama ihtimali maalesef oldukça yüksektir.
Sinem’in cinayeti, yaşanan travmanın yalnızca onu değil, çevresindekileri derinden etkileyeceğinin bir hatırlatıcısıdır. Bu trajik kayıpların bir daha yaşanmaması için hukuk sistemi ile toplumun ortak hareket etmesi, bu tür durumları önlemek adına kalıcı çözümler geliştirilmesi gerekiyor. Uzaklaştırma kararının arkasında güçlenen bir toplum oluşturma adına, bu tür olayların asla sıradanlaşmaması ve unutturulmaması gerek.
Sonuç olarak, kadına yönelik şiddetle mücadelede her bireyin ve kurumsal yapının üzerine düşen sorumluluklar olduğunu unutmamak elzem. Sinem’in hikayesi, toplumsal bir uyanışa ve değişime kapı açmalıdır. Kendi ellerimizle, bu durumu toplumsal bir mücadeleye dönüştürmeli ve her kadının sokakta özgürce yürüyebilmesi için sesimizi yükseltmeliyiz.